Yeniden Bir Merhaba

Aylar, yıllar, vakitler geçiyor da, biz rüzgârların önündeki yapraklar misâli dursuz duraksız, kan ter içinde dolanıp durmaktayız. Sonra, birden içimize bir “merhaba” şavkı düşüyor. İçimizin ışığı dünyayı sarıp sarmalayacak, kuşatacak sanıyoruz. İçimiz bir hoş oluyor, kabarıyor, dalgalanıyor... Merhabanın nûru bizi söyletiyor, dilimiz açılıyor... Bir to- hum gerek, diye tutturuyoruz... Zamanca isrâf ettiğimiz için hiç vakit kalmayacakmış gibi telâşlı, zaman da mahlûktur ve mütenâhîdir, diye inandığımız için emîn ve telaşsız, öyle diyoruz.
Bir tohum gerek, diyoruz. İnsanın içine düşmeli. Orada yeşermeli. Orada göğermeli. Orada başak tutmalı. Harmanı hasadı insanın içinde olmalı. İnsanın içinde savrulup, içinde ambarlanmalı... İnsan ona değirmen kesilmeli. Bu değirmen bizde çağıldamalı...
Bu tohum bir nazardan gelmeli. Mübarek ve muazzez bir kişiden. Er bir kişiden. Bu merhaba bir dosttan gelmeli. Mübarek bir dosttan. Dost bir kişiden... Bu merhaba sıcak olmalı, sımsıcak. Doğru olmalı eğriye, gelişigüzele karşı. Alabildiğine geniş olmalı, uçsuz bucaksız; kahredici ve bunaltıcı dâr’a karşı. Bu merhaba, muhkem olmalı. Vefâsızlıklara, avâreliklere, günü birliklere, iğretilere, ihtirâslara karşı.
Bu merhaba yeşermeli, göğermeli; ihmâllere, ilgisizliklere, yalnızlıklara karşı.
Başak tutmalı; hiçliklere, kayıplara, karanlıklara karşı.
Harmanlara hasatlara gelince, şair diyor ki,
“Cânıma ezelden bir merhaba sundu, çeşm-i yâr” “Öyle mest oldum ki gayrın merhabasın bilmedim”
Şair öyle diyor. Bu selâm Hakk’ın kendisine seçtiğine selâ- mı, merhabası olmalı.
Sonra, bir başkası, o da şair. Kutlu bir dölün, bir “manâ eri”nin merhaba bahri... Her şeyin uğruna yazılması, uğruna yakarılması, uğruna yaratıldığı Nebîyyi Zîşân’a yazılmış...
“Merhaba ey şâh-ı sultân, merhaba”
diye başlıyor. Öyle başlıyor. Dağı taşı, kurdu kuşu, otu dikeni, beşeri insanı, salt delilerle Hakk dostu Velî’leri, cümlesini, cümlenin yekûnunu dillendiriyor ve merhaba bahri oluyor.
Bizim de içimize bu gurbette, bu kahırda, bu çâresizlikte, bu kimsesizlikte bir merhaba sunulsa. Bir merhaba sunulsa da, gurbet vuslata, kahır lûtfa, çâresizlik çâreye, kimsesizlik vahdete dönse. Sırlansa, nurlansa. Allah’lı olsa. “Sen olmasaydın”ın mazharı olsa. Şâh-ı Velâyet’in yolu olsa. İbtilâlara şâd ve şâdüman olsa. Kahırlara omuz silkip şükürlü olsa. Gülmenin ve ağlamanın hudutlarının dışına çıksa. Hâsılı merhaba olsa. Sıcak, sımsıcak bir merhaba olsa. İçimizi sarsa. Yorgunluğumuzu alsa. Bizi yusa yıkasa. Arı ve pâk kılsa... Sonra, her şeye yeniden başlayabilsek. Çocukluklara, aşka, duaya, niyaza, teslimiyete, küfre, sabra, şekvâya, îmanâ... Dönüp dönüp Hakk’a gelmeye. Sıratı müstakimden, yılların yolundan Hakk dosta gelmeye.
Merhaba’ların has sahiplerinden yahut tek sahib’in has kullarından biri diyor ki,
“Biz her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası”
Bizim Yunus öyle diyor. Merhaba diyor. Yerinde saymanın esirliğini salıyor, azâd ediyor. Nefis köleliğinin zünnarını kesiyor.
Sonra yine merhaba diyorlar. Bu defa kınamalara karşı diyorlar. Horlanıp itilmelere, azarlanıp kakılmalara karşı diyorlar.
Merhaba ol cihetden tulû ediyor. Konya nâm şehirde, Kâ’betüluşşâk’ta, eşiğine yüz sürülesi,
“Yüz defa tövbeni bozmuş olsan bile, bize gel”
diyor. Bu, Mevlânâ’nın merhabasıdır. Merhaba kapısını ardına kadar aralıyor. Kapısız ediyor. Cemâl kapılarını, nûr kapılarını, bereket kapılarını, ihsân ve af kapılarını açıyor.
Sonra, dem-i Mısrî geliyor. Ol cihete dönülüyor.
“Bu Niyâzî’den de Mevlâ görünür”
diyor. Merhabada yanıyor. Merhabada tebahhur ediyor. Merhaba ile bir oluyor. Hem-vücûd oluyor. Hem-zebân oluyor. Hem-gönül oluyor.
Sonra, yine muhtelif yönlerden tecellîler oluyor. Gelenler geliyor. Daha sonraları, bir garîb âdem geliyor. Seyrângâha çıkmıştır. Adına Seyrânî diyorlar.
“Kelb iken kelb yavrusundan geçmiyor”
diyor. Merhaba’nın sâhibi de geçmez, diyor. Bizden demiyor, ayrılık gayrılık olmasın için. Ben sen tefrîki kalksın ara yer- den diye.
“Kelb iken kelb yavrusundan geçmiyor”
“Hakk Seyrânî’sinden geçer mi bilmem” diyor.
Sonra, yine yol yol merhabalar deniyor. Ezelden denen merhaba, ebede taşınıyor. Yolculuk budur. Yol budur. Erkân budur. Kutsal emânet merhaba’dır.
Sözü düğümleyip biz dahi diyelim ki, “gamlanma gönül gamlanma”, merhaba insanadır. Merhaba, sâhibinin kendisine merhabasıdır.

(Arapgir Postası, 14 Mart 1958)